Çaltı’daki linç girişimi, tehdit olayı nedir?

Divriği Çaltı arasını Çaltı Çayı kıyısını takip eden trenyolundan gitmeye karar verdik, hem kese hem de inanılmaz manzarası olduğunu söylediler, biz, biraz da maceracı ruhumuzdan ötürü kabul ettik. Geceyi bir doğa barınağında geçirdik, ağırlık yapmaması için yeterli sıvı ve yiyecek taşımıyorduk, sabah 09.00 olunca iyice acıkmış ve yorulmuştuk, çayın karşı kıyısında bir şantiye gördük, paçalarımızı sıvayarak karşı kıyıya geçtik. Kahvaltı yaptık, sohbet ettik. Şantiye şefi mühendis, kendilerine ait Çaltı’daki şantiyeden söz etti, yolunuzun üzerinde dedi, öğleden sonra tam da güneş tepedeyken Çaltı’ya ulaştık, hem soluklanalım hem de telefonlarımızı şarj edelim diye şantiyeye uğradık hem de bizi Kemaliye Taşyolu’na kadar bırakacak bir araç buluruz diye düşündük. Çay içerken telefonum çaldı kaymakam arıyor ben de İnan da duysun diye ve bulunduğu nokta dışında çekmediği için speakeri açarak konuştum. Şantiyedekiler yürüyüş yaptığımızı öğrenmiş oldular böylece. Derken yanımıza 55 yaşlarında bir adam geldi, sakallarından milliyetçi muhafazakar olduğu anlaşılıyordu, bodozlama, siz kimin adına çalışıyorsunuz, sizi kim gönderdi, kimin maşasısınız, hangi lobiye çalışıyorsunuz…. sorularını sordu, uzun uzun sorduğu bütün soruları dostça cevaplamaya çalıştık, İnan’a çok takıldı, Kürtlüğüne, dedelerinin İran’dan gelmiş olmasına… Bütün saldırgan tutumuna rağmen yumuşatmaya başardık, diyecek herhangi bir şey bulamaz duruma geldi, hatta bizi Taşyolu’na kadar bırakacağını söyledi, o esnada yine milliyetçi muhafazakar olduğu bıyıklarından anlaşılan 45-50 yaşlarında orta boylu biri geldi ve burada siyaset yapmayın, millet huylanmaya başladı, hadi siktirolun gidin buradan dedi, biz bütün saldırgan yaklaşıma rağmen barışçı dilimizi koruyarak demek ki dilimiz yanlış, kendimizi anlatamamışız dedik, peki dedik, özür dileriz, kimseyi incitmek ya da huylandırmak gibi bir niyetimiz olmadığını söyleyerek hemen ayrılmak için yürümeye başladık. Bizi yaklaşık yarım saat sorguya çeken ve ne kim olduğunu ne de ne iş yaptığını söyleyen ilk kişi, ikinci adamın düşmanca küffar saldırganlığına rağmen ağzını açıp tek kelimeme etmedi… Kaygılandık, kendi aramızda konuştuk ve iki şeye karar verdik: ilki, gidiş yolumuzu, güzergahımın değiştireceğiz, çünkü birkaç kişi peşimizden gelip bize zara verebilirlerdi; ikincisi kaymakamın karakolu adres göstermesi ve Çaltı’daki olay nedeniyle İnan ile Dersim’de buluşmak üzere ayrılmaya karar verdik. İlk adam, olay esnasında orada yani Madımak’ta olduğundan söz etmişti. Sürekli olup bitenin Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen dış güçlere bağlayan tipik Türk sağı söylemini dillendirdi, ben de hadi beni galeyana getir seni ya da herhangi bir kişiyi öldürmem, yakmam… için dedim… Ciddi ciddi fikirsel anlamda konuştuk ama adamın saldırgan tavrı, ikinci adamın küfür dolu tehditlerine kısa sürede de olsa oluşan hukuk nedeniyle müdahale beklentimizin boşa çıkması, kaygılarımız arttı. Kendi aramızda spekülasyon yapmaya başladık. Saldırgan tutumları çok provoke ediciydi, en küçük bir cevap vermemiz halinde bize çullanacaklarını adım gibi biliyordum ve buna gerek yoktu, çok ucuz bir ölüm ya da benzeri bir şey olurdu. Projenin bu saldırgan tutum nedeniyle ne kadar anlamlı olduğunu düşündüm yeniden.

8 Temmuz 2014, dönüş yolundan…

Kemaliye’deki karakol meselesi nedir?

Gün içinde kaymakam ile görüştüğümde bana saat kaçta ilçede olacağımı sormuştu! Ben de mesai saatine yetişemeyeceğimi söyledim, geldiğimde kendisine ulaşmamı istedi, neden diye sorduğumda rica ettiğini ifade etti, nasıl diye sorduğumdaysa karakola uğrarsanız, onlar, bana ulaşır dedi, peki dedim. İlçeye girer girmez, ekte sokakta/caddecikte görüldüğü gibi küçücük bir yer, karakolun önündeki polis, hemen yanıma geldi ve Metin Bey hoş geldiniz dedi, ben de ilerde Özgün Kafe varmış, Mehmet Bey’e (kaymakam) iletin oradayım, dedim, hemen bir amiri geldi saniyesinde benim güvenliğimden sorumlu olduklarını, karakola geçmemizi rica etti, ben de hangi hukuki çerçevede diye sordum, nazik biçimde size yardımcı olmak istiyoruz dedi, ben de yardıma ihtiyacım olmadığını ifade ettim. Defalarca rica edince peki dedim, karakolun içine girmedik, dışarıda kamelyada oturduk, kimliğimi görmek istedi, GBT için değil, Metin Bayrak olup olmadığımdan emin olmak için, çıkardım, elimde tutarak gösterdim. Teşekkür etti. Sonra güvenlik şubeden bir başka kişi geldi, o da güvenliğimden sorumlu olduklarını, başıma herhangi bir gelmesinden endişe edildiğini, ve daha bu mealde pek çok şey söyledi. Israrla yardıma ihtiyacım olmadığını ifade etmeme rağmen, büyük bir şaşkınlık, nezaket ile hareket ederek iki kelimeden birinde sakın yanlış anlamayın diyerek beni 40 dakika eğlediler, akşam Başbağlar’a geçmek istediğimi söylediğimde asla dediler, güvenlik nedeniyle gitmeseniz iyi olur dediler. Rağmen iş yapacak biri değilim, geliş amacım kişi ya da kurumlarla inatlaşmak değil, amacım çok açık, ortak hafıza müzesi oluşturmak… Nerede kalacağını sordular, öğretmen evinde kalacağımı söyledim, aramak istediler ama müsaade etmedim, oraya doğru yürürken telefonum çaldı, yer olmadığı bilgisini verdiler, benim için aramışlar, oysa istemedim, istemediğimi tekrar dinlendiriyor, bana belediyenin misafirhanesinde yer ayırtmışlar, kabul etmedim, tekrar beni herhangi bir konuda aramamalarını rica ederek telefonu kapattım. Bu kez ikinci görüştüğüm polis aradı, benzer şeyleri söyleyerek yardım etmek istediğini, misafir etmek istediklerini ifade etti, ihtiyacım olmadığını söylersek tekrar telefonumu kapattım. Dernek başkanını aradım, sıkıntımı paylaştım, beni bir esnafa yönlendirdi, ilçenin köklü bir esnafı, gidip yemek yedim, ardından kendimi takdim ettim, kendilerine ait otelde ücretini kendim ödeyerek konakladım. Ertesi gün o esnafın aracıyla köydeki törene gittim.

8 Temmuz 2014. dönüş yolundan…

Neden Başbağlar’daki resmi törene katıldım?

Bütün açıklığıyla yeniden ifade etmek istiyorum: Nasıl Madımak’taki törenlere katıldıysam Başbağlar’daki törenlere de katılmayı bir sorumluluk addederim. Törene, sırf devlet organize ettiği için, kaldı ki köy muhtarlığı, ilk konuşmayı yaparak ve sahibi olduğunu gösterdi, katılmamak, ortak akıl yürüyüşü’nü daha doğmadan öldürmek demekti benim nezdimde. Düşman, taraf, öteki, benimle aynı safta olan/olmayan dikotomileri üzerinden bakmıyorum hayata; kaldı ki bu bakış, projenin ruhuna da aykırı. Devlet törenine pasif biçimde katılmak, yalnızca köylülerin arasında töreni sessizce izlemek, “fiyasko”ya mı dönüştürür çabamızı. Nedir bu şekilcilik? İsterdim bütün ayrıntılarıyla ne olduğunu anlatmama izin versinler ardından kanaatlerini ifade etsinler, ama ne yazık ki öyle olmadı. Yargısız infaz, zihinlerdeki Baconvari putlar nedeniyle düşünmeden yargılarız genellikle. Üzücü. Bu iklim, çabamızın anlamlı ama bir o kadar da zor olduğunu gösteriyor bize. Başbağlar, neresinden bakılırsa bakılsın kirli bir katliam, çeşitli kimlik gruplarının bunu kullanması, maniple etmesi, siyasi rant elde etme gayretkeşliği… anlaşılabilir bir şey, ama ortak hafıza yürüyüşü, çok naif ve sınırlandırıcı bir perspektiften konuyu ele aldığını dile getirmişken neden bunca saldırıya maruz kalıyor?

8 Temmuz 2014, dönüş yolundan…

İlk etabın ardından…

1 Temmuz’da İstanbul’dan çıktığımız “ortak hafıza yürüyüşü”nün ilk etabı Dersim’de sona erdi…

Birkaç konuda bilgi vermek ve yürüyüşle ilgili gelen eleştirilere cevap vermek sorumluluğuyla yazıyorum…

Öncelikle bir konuyu bütün açıklığıyla ifade edeyim: bu yürüyüşün ne bir kişiyle ne de herhangi bir kimlik grubuyla özdeşleşmesini istiyorum… Nedeni çok basit: ruhuna aykırı… Tam da gerekçesi nedeniyle… Cemaatleşmenin ruhları da zihinleri de iğdiş ettiği bir dönemde, neyin ne şekilde yapıldığından çok kime karşı kimin yaptığıyla alakadan olunuyor… İşte o vakit de yapılan, samimiyet testinden geçemediniz gibi etiketlemeye de teşne konumlanışı nedeniyle çabalardan beklenen verim elde edilemiyor…

8 Temmuz 2014, dönüş yolundan…

Ortak Hafıza Yürüyüşü başlıyor…

Ortak Hafıza Yürüyüşü

Farklı kimliklere yönelik katliamlara ortak bir inisiyatif oluşturmak ve insan ve doğa katliamlarının belgelenerek canlandırıldığı sanal bir müze kurmak amacıyla bir araya gelen insanlar, Sivas’tan Başbağlar’a yürüyecek. ilk etabı üç gün sürecek olan yürüyüş 2 Temmuz günü Sivas’tan başlayıp 5 Temmuz günü Erzincan’ın Başbağlar Köyü’nde sona erecek.

“Farklı coğrafyalarda, farklı kimliklere yaşatılsa da acılar ortaktır!” sözünden hareket edenler, Sivas Katliamı’nın yıl dönümü olan 2 Temmuz’da Sivas’tan Erzincan’ın Başbağlar Köyü’ne yürüyecekler. Başbağlar Katliamı’nın yıl dönümü olan 5 Temmuz günü Başbağlar’da olmayı hedefleyen grup, yürüyüşün herkese açık olduğunu ifade ediyor.

Grubun üyelerinden V. Metin Bayrak, kendi yürüyüşünü “Ardahan’da ailesi tarafından gördüğü işkencelerin ardından yaşamını kaybeden Melek Karaaslan’a adadığını” ifade ederek eylemlerinin amacını farklı kimliklere sahip toplumların birbirlerinin acılarına ağladıkları ölçüde yakınlaşabileceklerini söylüyor. Bayrak, “El verip olgunlaştırabilirsek, iyice kamplaşan ya da kamplaştırılan topluma yeni bir soluk getirebiliriz kanaatindeyim.” diyor. Bayrak, konuyla ilgili farklı dünya görüşüne sahip pek çok kişiyle görüştüklerini ve olumlu geri dönüşler aldıklarını ifade ediyor.

Grup, bu uzun soluklu yürüyüşün Başbağlar’dan Dersim’e; Dersim’den Bingöl’e; Bingöl’den 33 Kurşun’a yani Özalp’e; Özalp’ten Roboski’ye; Roboski’den Şırnak’a, Şiran’a, Aşkale’ye, Adana’ya, Ankara’ya, Sivrihisar’a, İstanbul’a, Trakya’ya… Fırtına Vadisi’nden Bergama’ya, Munzur’a, Çoruh Vadisi’ne… anonimleşerek taşınmasını; ve adı, insan ya da doğa katliamlarıyla anılan birçok noktanın birbirine bağlanmasını; elde edilen verilerle sanal bir katliam müzesi oluşturulmasını amaçlıyor.

Yürüyüş, 2 Temmuz’da Madımak Oteli’den anma programının ardından Sivas’tan başlayacak.

Bilgi & İletişim:

https://ortakhafiza.wordpress.com/

https://www.facebook.com/OrtakHafiza

ortakhafiza.muzesi@gmail.com

twitter.com/OrtakHafiza